12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda, çok yakın arkadaşlarımızla, referandum karşısında gösterilecek tavır konusunda çeşitli tartışma süreçleri yaşamıştık. Bu tartışma süreçleri ateşli kavgaları da beraberinde getirmişti. Maillerimi karıştırırken o dönem yazdığım ve 9 Eylül 2010 tarihli Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan yazımı buldum. Referandumdan sonraki süreçlerde yine benzer fikirsel ayrılıkların yaşandığı durumlar karşısında, tartışmalara girdiğimiz bazı arkadaşların bizim tavrımıza yakın tavır gösterdiklerini görmek her ne kadar umut verici olsa da, her şey kendi döneminde daha anlamlı oluyor.
A ŞIKKI: EVET, B ŞIKKI:HAYIR, C ŞIKKI; HİÇBİRİ…
Sistemin bize dayattığı iki seçenek var;
ya "evet" ya da "hayır". Ve diyorlar ki doğru olan mutlak
suretle bu ikisinden biri… Sistemin bir tarafında muhafazakar, diğer tarafında
milliyetçi kesim var. Bu iki kesimin temelde ortaklaştığı öyle bir nokta var
ki, tüm oyunları bu temelde şekilleniyor ve ortaya iki seçenek çıkarılıp, halka
bu ikisinden birini seçmesi isteniyor. 12 Eylül referandumu, bu oyunun adıdır.
Oyunun teması ise, 12 Eylül 1980 darbesinin zihniyetini ve bu zihniyetin
başyapıtı olan "1982 Darbe Anayasasını" her durumda korumak.
Oyuncularımız; muhafazakar ve milliyetçi
kesim rollerinde çok başarılılar. Her iki kesim de ortaya çıkardıkları
seçeneklerinin amacının "12 Eylül'le hesaplaşmak" olduğunu iddia
edip, o süreçte darbeden etkilenen milyonlarca insanı etki altına almaya
çalışıyorlar. Muhafazakar kanatta bulunan, oyundaki en güçlü oyuncu, 1982
Anayasası'nın az bir kısmında değişiklik yapıp, içerisine kimsenin itiraz
edemeyeceği güzel şeyler serpiştirip, darbecilerin yargılanmasını engelleyen
geçici 15. maddeyi kaldırıyorlar. Ve “işte biz 12 Eylül ile hesaplaşıyoruz”
diyorlar. Ancak mevcut Anayasa'nın dokunulmayan kısmında "zamanaşımı"
ile ilgili öyle bir madde var ki, sanki ülkemizde yıllarca varlığı inkar
edilmiş, aslında çoğunluk olan bir 'azınlığın' aleyhine konulmuş yasa maddesi
kaldırılmadıkça hiçbir şekilde bu darbeyi gerçekleştirenler, yargı önüne
çıkarılsalar bile, bu eylemlerinden ötürü ceza alamayacaklar. Ancak bu çelişki,
güçlü oyuncumuz AKP tarafından kurgulanmış olup bazı kesimlerin, yapacakları
değişikliklerde seslerinin fazla çıkmasını engellemek için yaratılmıştır. Zira
bunların asıl amacı 12 Eylül ile hesaplaşmak veyahut 82 Anayasası'nı kaldırmak
değildir. AKP'nin asıl amacı, kendi iktidarının önünde büyük engeller
teşkil eden; HSYK, TSK, Anayasa Mahkemesi gibi kurumları vesayetleri altına
almak ve bu kurumların etki alanlarını daraltmaktır. Yalnız burada önemli olan
bir husus var; yapılmak istenen değişikliklerin büyük kısmı mevcut
anayasanın ilgili maddelerine nazaran sosyal-demokratik-hukuk devleti
kapsamında az da olsa olumlu gelişmeler. İşte bu noktada "yetmez ama evet" diyen
bir kısım aydın ve sanatçılar, AKP'nin yaptığı değişiklikleri onaylayacaklarını
belirten bir bildiri yayınladılar. İlk başta mantıklı gibi geliyor kulağa.
Ancak bu arkadaşlar, AKP'nin 82 Anayasası'na yapmak istediği
"yama"nın anlamının esasında bu anayasanın ömrünü uzatmak olduğunu,
temel gayesinin de yukarıda belirttiğimiz kurumları vesayetleri altına almak
olduğunu bilmiyorlar mı?
Anayasalar toplumsal uzlaşı
metinleridir. AKP hükümeti; siyasi partiler, aydınlar, sivil toplum örgütleri,
meslek odaları, barolar ya da sendikalar gibi toplumsal odakların görüşünü
almadan, sunulan taslakları ve bu odakları reddederek, tamamen
"tekçi", "ben yaptım oldu" zihniyetiyle hazırladığı bu
anayasa değişiklik paketine, hükümetin seçeneği olan "EVET" demek
ne kadar mantıklıdır. Zira 1982 Anayasası da aynı bunun gibi vesayetçi ve tekçi
bir anlayışla hazırlanmıştır.
Diğer taraftan "milliyetçi
cephe" dediğimiz CHP-MHP de oyunda kendilerine düşen rolleri başarı ile
canlandırıyorlar. Yalnız bu cephenin şanssızlığı kendilerine kötü rolün düşmüş
olması. Ama buna rağmen bu cephe, iyi rol-kötü rol yoktur deyip,
oyunculuklarını başarı ile sergilemeye çalışıyorlar. Yalnız farkında değiller
ama bunların söylemleri safsatadan öte gidememekte, sürekli kendileriyle
çelişmektedirler. Bu iki parti, AKP'nin sunduğu tüm değişikliklere, iyi de
olsa, kötü de olsa sırf muhalefet yapmak adına karşı çıkmaktalar. Böylece
bu zihniyetin dayattığı tek çözüm "çözümsüzlük" olmaktan öteye
gidememektedir. Sergiledikleri oyunda AKP hükümetinin oyununun yanında vasat
kalmaktadır. Öyle ki oyunları artık izleyicileri sıkmaktadır. Milliyetçi cephe
dediğimiz bu zihniyet de hem AKP'nin 12 Eylül ile hesaplaşma numarasının çok
tuttuğunu bildikleri için, hem de halktan yoğun bir şekilde gelen
"12 Eylül yargılansın, Anayasası değişsin" taleplerini her ne kadar
istemeseler de, dillendirmeye başladılar. Ancak, tamamen inkar-red-muhalefet
üçgenine sıkışan siyasetleri, AKP'nin hazırlayıp mecliste oylamaya sunduğu
değişikliklere alternatif, "halkın" gerçek taleplerini içeren
herhangi bir çözüm üretememişlerdir. Ürettikleri tek şey, yine
inkar-red-muhalafete varan anlamları olan "HAYIR" cevabı olmuştur.
Ne yazık ki, yine bizim demokrat, solcu
dediğimiz kesimin bir kısmı da yine AKP'nin yalanlarına kananlarda olduğu gibi
bu milliyetçi cephenin yalanlarına da kanmış bulunmaktadırlar. "HAYIR"cı
ancak kendilerini, demokrat-solcu-sosyalist-antifaşist olarak nitelendiren bu
kesim, her fırsatta aynı cephede bulundukları CHP-MHP zihniyeti ile çatışmasına
rağmen, her nasıl oluyorsa söz konusu AKP iktidarına muhalefet olduğunda, ortak
siyaset yürütebilecek hale geliyorlar. O zaman bunların solculukları ve
demokratlıkları ile ilgili olarak kafalarda soru işaretlerinin oluşması normal
hale gelebiliyor. Bu arkadaşlar bahsettiğimiz oyunun "en kötü"
oyuncuları olmaktan kurtulamıyorlar.
Bahsetmiş olduğumuz AKP-CHP-MHP
üçlüsünün oluşturduğu iki cephenin yukarda saydığımız ortak temeller üzerine
kurguladığı oyunun halktan istekleri ise mutlaka sandığa gitmeleri, isterlerse
karşı cephenin seçeneğine oy vermeleri oluyor. MHP-CHP mantığı yani
statükocu-milliyetçi mantık, yeter ki sandığa gidin isterseniz "evet"
deyin; AKP mantığı yani işbirlikçi-neoliberal-muhafazakar mantık da yine yeter
ki sandığa gidin isterseniz "hayır" deyin anlayışını dayatmaktadır.
Bunlar halka sadece iki seçeneğin olduğunu dayatıyorlar. Yani her iki mantıkta
demokratik-sivil bir anayasa, özgür ülke, eşit yurttaşlık talebini yani Türkiye
halklarının ortak özlem ve arzularını dile getiren halk anayasası talebine
karşı, sistemin dayattığı "evet" ya da "hayır" oyununa
dahil olmamızı beklemektedirler.
Türkiye halkları, resmi ideolojinin 80
yıllık "evet" ve "hayır" oyunlarından bıkmıştır.
Halklarımız artık yeter demektedir. Bize düşen
(aydın-demokrat-sosyalist-yurtsever) halkımızın sesi soluğu olmak, statükonun, sözde "yenilikçilerin" taleplerine karşı, halklarımızın ortak özlemi olan
barışçıl demokratik bir ülke için halk anayasasını yaşamsal kılmak ve bu
anlamda 12 Eylül'ün ömrünü uzatan her türlü yamaya ve redde karşı
sivil-demokratik anayasa mücadelesini yükseltmektir. 21. yüzyıl Türkiye ve
dünya gerçekliği, ne 12 Eylülün "değiştirilmiş" halini nede bugünkü
halini kabul etmektedir. 21. yüzyıl, evrensel insan hakları hukukunu baz alan,
insanı merkeze koyan, özgür ve eşit yurttaşlığa dayanan, demokratik uygarlık
temelli demokratik anayasalar çağıdır.
Tüm bu nedenlerden ötürü, 1982 faşist
cunta anayasası tamamen rafa kaldırılmalıdır. Bizler ne CHP-MHP zihniyetinin
ısrarla dayattığı, cuntanın 30 yıldır bizi giymek zorunda bıraktığı
"yırtık deli gömleğini" giymek istiyoruz ne de AKP'nin yine ısrarla
dayattığı bu gömleğin "yama"lı halini giymek istiyoruz. Türkiye
halkının çok büyük kısmını oluşturan, Kürtler, Aleviler, kadınlar,
engelliler, işçiler, memurlar, emekliler, öğrenciler ve eşcinsellerin varlığını
ve haklarını reddeden hiçbir anayasayı kabul etmiyor, böyle anayasa
oyunlarına dahil olmak istemiyoruz. Bunun için bize dayatılan iki seçeneğin
alternatifinin, Türkiye halklarının alternatifinin olduğunu göstermek için
üçüncü bir seçenek yaratıp 12 Eylül referandumunda sandığa gitmemeyi tercih
ediyoruz.
* Özgür Gündem Gazetesi, 9 Eylül 2010