9 Eylül 2010 Perşembe

A ŞIKKI: EVET, B ŞIKKI:HAYIR, C ŞIKKI; HİÇBİRİ…*

12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda, çok yakın arkadaşlarımızla, referandum karşısında gösterilecek tavır konusunda çeşitli tartışma süreçleri yaşamıştık. Bu tartışma süreçleri ateşli kavgaları da beraberinde getirmişti. Maillerimi karıştırırken o dönem yazdığım ve 9 Eylül 2010 tarihli Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan yazımı buldum. Referandumdan sonraki süreçlerde yine benzer fikirsel ayrılıkların yaşandığı durumlar karşısında, tartışmalara girdiğimiz bazı arkadaşların bizim tavrımıza yakın tavır gösterdiklerini görmek her ne kadar umut verici olsa da, her şey kendi döneminde daha anlamlı oluyor.

A ŞIKKI: EVET, B ŞIKKI:HAYIR, C ŞIKKI; HİÇBİRİ…

Sistemin bize dayattığı iki seçenek var; ya "evet" ya da "hayır". Ve diyorlar ki doğru olan mutlak suretle bu ikisinden biri… Sistemin bir tarafında muhafazakar, diğer tarafında milliyetçi kesim var. Bu iki kesimin temelde ortaklaştığı öyle bir nokta var ki, tüm oyunları bu temelde şekilleniyor ve ortaya iki seçenek çıkarılıp, halka bu ikisinden birini seçmesi isteniyor. 12 Eylül referandumu, bu oyunun adıdır. Oyunun teması ise, 12 Eylül 1980 darbesinin zihniyetini ve bu zihniyetin başyapıtı olan "1982 Darbe Anayasasını" her durumda korumak.

Oyuncularımız; muhafazakar ve milliyetçi kesim rollerinde çok başarılılar. Her iki kesim de ortaya çıkardıkları seçeneklerinin amacının "12 Eylül'le hesaplaşmak" olduğunu iddia edip, o süreçte darbeden etkilenen milyonlarca insanı etki altına almaya çalışıyorlar. Muhafazakar kanatta bulunan, oyundaki en güçlü oyuncu, 1982 Anayasası'nın az bir kısmında değişiklik yapıp, içerisine kimsenin itiraz edemeyeceği güzel şeyler serpiştirip, darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddeyi kaldırıyorlar. Ve “işte biz 12 Eylül ile hesaplaşıyoruz” diyorlar. Ancak mevcut Anayasa'nın dokunulmayan kısmında "zamanaşımı" ile ilgili öyle bir madde var ki, sanki ülkemizde yıllarca varlığı inkar edilmiş, aslında çoğunluk olan bir 'azınlığın' aleyhine konulmuş yasa maddesi kaldırılmadıkça hiçbir şekilde bu darbeyi gerçekleştirenler, yargı önüne çıkarılsalar bile, bu eylemlerinden ötürü ceza alamayacaklar. Ancak bu çelişki, güçlü oyuncumuz AKP tarafından kurgulanmış olup bazı kesimlerin, yapacakları değişikliklerde seslerinin fazla çıkmasını engellemek için yaratılmıştır. Zira bunların asıl amacı 12 Eylül ile hesaplaşmak veyahut 82 Anayasası'nı kaldırmak değildir. AKP'nin asıl amacı, kendi iktidarının önünde büyük engeller teşkil eden; HSYK, TSK, Anayasa Mahkemesi gibi kurumları vesayetleri altına almak ve bu kurumların etki alanlarını daraltmaktır. Yalnız burada önemli olan bir husus var; yapılmak istenen değişikliklerin büyük kısmı mevcut anayasanın ilgili maddelerine nazaran sosyal-demokratik-hukuk devleti kapsamında az da olsa olumlu gelişmeler. İşte bu noktada "yetmez ama evet" diyen bir kısım aydın ve sanatçılar, AKP'nin yaptığı değişiklikleri onaylayacaklarını belirten bir bildiri yayınladılar. İlk başta mantıklı gibi geliyor kulağa. Ancak bu arkadaşlar, AKP'nin 82 Anayasası'na yapmak istediği "yama"nın anlamının esasında bu anayasanın ömrünü uzatmak olduğunu, temel gayesinin de yukarıda belirttiğimiz kurumları vesayetleri altına almak olduğunu bilmiyorlar mı?

Anayasalar toplumsal uzlaşı metinleridir. AKP hükümeti; siyasi partiler, aydınlar, sivil toplum örgütleri, meslek odaları, barolar ya da sendikalar gibi toplumsal odakların görüşünü almadan, sunulan taslakları ve bu odakları reddederek, tamamen "tekçi", "ben yaptım oldu" zihniyetiyle hazırladığı bu anayasa değişiklik paketine, hükümetin seçeneği olan "EVET" demek ne kadar mantıklıdır. Zira 1982 Anayasası da aynı bunun gibi vesayetçi ve tekçi bir anlayışla hazırlanmıştır.

Diğer taraftan "milliyetçi cephe" dediğimiz CHP-MHP de oyunda kendilerine düşen rolleri başarı ile canlandırıyorlar. Yalnız bu cephenin şanssızlığı kendilerine kötü rolün düşmüş olması. Ama buna rağmen bu cephe, iyi rol-kötü rol yoktur deyip, oyunculuklarını başarı ile sergilemeye çalışıyorlar. Yalnız farkında değiller ama bunların söylemleri safsatadan öte gidememekte, sürekli kendileriyle çelişmektedirler. Bu iki parti, AKP'nin sunduğu tüm değişikliklere, iyi de olsa, kötü de olsa sırf muhalefet yapmak adına karşı çıkmaktalar. Böylece bu zihniyetin dayattığı tek çözüm "çözümsüzlük" olmaktan öteye gidememektedir. Sergiledikleri oyunda AKP hükümetinin oyununun yanında vasat kalmaktadır. Öyle ki oyunları artık izleyicileri sıkmaktadır. Milliyetçi cephe dediğimiz bu zihniyet de hem AKP'nin 12 Eylül ile hesaplaşma numarasının çok tuttuğunu bildikleri için, hem de  halktan yoğun bir şekilde gelen "12 Eylül yargılansın, Anayasası değişsin" taleplerini her ne kadar istemeseler de, dillendirmeye başladılar. Ancak, tamamen inkar-red-muhalefet üçgenine sıkışan siyasetleri, AKP'nin hazırlayıp mecliste oylamaya sunduğu değişikliklere alternatif, "halkın" gerçek taleplerini içeren herhangi bir çözüm üretememişlerdir. Ürettikleri tek şey, yine inkar-red-muhalafete varan anlamları olan "HAYIR" cevabı olmuştur.

Ne yazık ki, yine bizim demokrat, solcu dediğimiz kesimin bir kısmı da yine AKP'nin yalanlarına kananlarda olduğu gibi bu milliyetçi cephenin yalanlarına da kanmış bulunmaktadırlar. "HAYIR"cı ancak kendilerini, demokrat-solcu-sosyalist-antifaşist olarak nitelendiren bu kesim, her fırsatta aynı cephede bulundukları CHP-MHP zihniyeti ile çatışmasına rağmen, her nasıl oluyorsa söz konusu AKP iktidarına muhalefet olduğunda, ortak siyaset yürütebilecek hale geliyorlar. O zaman bunların solculukları ve demokratlıkları ile ilgili olarak kafalarda soru işaretlerinin oluşması normal hale gelebiliyor. Bu arkadaşlar bahsettiğimiz oyunun "en kötü" oyuncuları olmaktan kurtulamıyorlar.

Bahsetmiş olduğumuz AKP-CHP-MHP üçlüsünün oluşturduğu iki cephenin yukarda saydığımız ortak temeller üzerine kurguladığı oyunun halktan istekleri ise mutlaka sandığa gitmeleri, isterlerse karşı cephenin seçeneğine oy vermeleri oluyor. MHP-CHP mantığı yani statükocu-milliyetçi mantık, yeter ki sandığa gidin isterseniz "evet" deyin; AKP mantığı yani işbirlikçi-neoliberal-muhafazakar mantık da yine yeter ki sandığa gidin isterseniz "hayır" deyin anlayışını dayatmaktadır. Bunlar halka sadece iki seçeneğin olduğunu dayatıyorlar. Yani her iki mantıkta demokratik-sivil bir anayasa, özgür ülke, eşit yurttaşlık talebini yani Türkiye halklarının ortak özlem ve arzularını dile getiren halk anayasası talebine karşı, sistemin dayattığı "evet" ya da "hayır" oyununa dahil olmamızı beklemektedirler.

Türkiye halkları, resmi ideolojinin 80 yıllık "evet" ve "hayır" oyunlarından bıkmıştır. Halklarımız artık yeter demektedir. Bize düşen (aydın-demokrat-sosyalist-yurtsever) halkımızın sesi soluğu olmak, statükonun, sözde "yenilikçilerin" taleplerine karşı, halklarımızın ortak özlemi olan barışçıl demokratik bir ülke için halk anayasasını yaşamsal kılmak ve bu anlamda 12 Eylül'ün ömrünü uzatan her türlü yamaya ve redde karşı sivil-demokratik anayasa mücadelesini yükseltmektir. 21. yüzyıl Türkiye ve dünya gerçekliği, ne 12 Eylülün "değiştirilmiş" halini nede bugünkü halini kabul etmektedir. 21. yüzyıl, evrensel insan hakları hukukunu baz alan, insanı merkeze koyan, özgür ve eşit yurttaşlığa dayanan, demokratik uygarlık temelli demokratik anayasalar çağıdır.

Tüm bu nedenlerden ötürü, 1982 faşist cunta anayasası tamamen rafa kaldırılmalıdır. Bizler ne CHP-MHP zihniyetinin ısrarla dayattığı, cuntanın 30 yıldır bizi giymek zorunda bıraktığı "yırtık deli gömleğini" giymek istiyoruz ne de AKP'nin yine ısrarla dayattığı bu gömleğin "yama"lı halini giymek istiyoruz. Türkiye halkının çok büyük kısmını oluşturan, Kürtler, Aleviler, kadınlar, engelliler, işçiler, memurlar, emekliler, öğrenciler ve eşcinsellerin varlığını ve haklarını reddeden hiçbir anayasayı kabul etmiyor, böyle anayasa oyunlarına dahil olmak istemiyoruz. Bunun için bize dayatılan iki seçeneğin alternatifinin, Türkiye halklarının alternatifinin olduğunu göstermek için üçüncü bir seçenek yaratıp 12 Eylül referandumunda sandığa gitmemeyi tercih ediyoruz.
* Özgür Gündem Gazetesi, 9 Eylül 2010