18 Aralık 2014 Perşembe

YİNE BİR GECE KADIKÖY'DEYİM...

İşten çıkmak üzereydim. Arkadaşım aradı; "gel" dedi. Onun da arkadaşları gelecekti. "Gel oturalım, içelim" dedi. Önceden planım olmasına rağmen "peki" dedim. Oturduk bir meyhanede. Önce üç, sonra beş kişi olduk. Taktım maskemi.Gırgır, şamata... İki bira içtim.

Arkadaşların yanından ayrılarak daha önce söz verdiğim arkadaşların yanına gittim. Biri eski arkadaş, diğeriyle yeni tanıştım. Tesadüf o ki, onlar da benden bağımsız arkadaşlardı. Gırgır, şamataya devam... İki çay içtim.

Arkadaşlar gitmek zorundaydı. Kalktık hep beraber. Onları yolcu edip, önceki arkadaşların yanına geçtim. Bu sefer dört kişiydik. Bir bira daha içtim. Gırgır ve şamata yoktu. Uzun zamandır tanıdığım bir arkadaşın evlatlık olduğunu öğrendim, bizzat kendisinden. Ailemi, anne ve babamı düşündüm. Sustum. Gırgır ve şamata yoktu artık. Susuyordum.

Arkadaşlardan özür dileyerek, onları yine oracıkta bırakıp, sokaklarına çıktım Kadıköy'ün. Yağmur çiseliyordu, incecikten. Yürüdüm bir saat kadar. Ezbere girdim belki daha önce hiç girmediğim sokaklara. Kaybolmak istedim. Saat gece yarısını geçmişti çoktan. Açık bir dükkan aradım, bana içki verebilecek. Çoğu kapanmıştı. Kadıköy'ün bir ucuna kadar gittim. Sonunda buldum. Dükkana bakan yaşlı adam; "seni tanıyorum, yabancı değilsin. Al dolaptan ve hızlıca koy çantana" dedi, ama tedirgindi, hissediyordum bunu. Zira belli bir saatten sonra içki satmayı yasaklıyordu devlet-i aliyye. İlk kez gelmiştim bu dükkana oysa ki, adam beni tanıyamazdı. Ses etmedim, tanımadığına ve benden fazladan aldığı beş liraya. Sessizce, karşılıklı bu mutabakatın sonunda aldığım üç birayla, oturabileceğim uygun bir yer aradım. Moda sahile tepeden bakan, lüks binaların olduğu caddede yürüdüm. Oturacağım yer kimsenin olmadığı, ağaçlıklı bir alan olmalı ve denizi ve yağmuru görmeliydi. Ne çok şey istiyordum bu saatte. Ama, kendi başıma türkü söylemek, şiir okumak ve aldığım üç birayı denize bakarak içmek istiyordum. Buldum. Ağaçlık bir alanın tam ortasında, denize nazır bir yer buldum. Yerler ıslaktı. Çantamda bulunan, henüz okumadığım gazeteyi serdim yere. Biramı açıp, sigaramı yaktım. Yağmur şiddetini hiç değiştirmeden, çiselemeye devam ediyordu. Mutsuzdum ama keyfim yerindeydi. Böyle güzel bir havada, bu saatte, bu manzara karşısında kim kalabilmiş ki tek başına. Yalnızdım ama huzurluydum. Üstelik yağmuru seviyordum ve yağmur kesintisiz yağmaya devam ediyordu. Nedense hiç ıslandığımı ve üşüdüğümü hissetmiyordum.

Yağmur şiddetini artırmaya başladı. Ve henüz açılmamış bir biram vardı. Benim yaşlarda olduğunu düşündüğüm iki kişi yaklaştı yanıma. Göz ucuyla süzdüm. Biri uzun boylu hafif şişmanca, diğeri biraz daha kısa ve çelimsizdi. "Sigaran var mı" dedi uzun boylu olanı. Birer tane uzattım. Çakmak istediler, yaktım sigaralarını. Gitmiyorlardı hala. Kısa boylu olan  bana baktı, gözlerini kısarak; "telefonunu ver, ceplerini boşalt" dedi. Diğerine baktım. O da onaylayan, tehditkar gözlerle bana baktı. "Size verecek başka bir şeyim yok" dedim, kendimden emin. Zayıf olan cebinden bıçak gibi bir şey çıkardı, sokak lambasının altında ışıldıyordu. Ayağa kalktım, kollarımı iki yana açtım; "vur hadi" dedim, "alacak başka bir şeyiniz yok benden". Birbirlerine baktılar. Uzun boylu olan, diğerini bir el hareketi ile durdurdu. Biraz daha yaklaştı bana. İki ellerim yana açılı vaziyette, kıpırdamadan duruyordum. Gülümsemeye başladı uzun boylu olan, sağına ve soluna baktı. Ben de onun baktığı yönlere baktım. Sonra diğer arkadaşına baktı. Bakarken "bundan bir şey çıkmaz" dedi. Ve bir anda göğsümde iki el hissettim. Sonra kendimi, sırtımda çantamla, bayır aşağı yuvarlanırken buldum. Bir çalıya tutunarak, dengemi sağlayıp ayağa kalktım. Tepede durup, öylece aşağıya bakıyorlardı. Gülümseyerek onlara baktım. Bana bir şey demeden, aralarında konuşarak gittiler.

Çocuklar beni modanın tepesinden, sahiline göndermiş oldular. Neyse ki yağmur yağıyordu ve yağmurdan yerler yumuşacıktı. Ayakkabılarım ve pantolonumun bir kenarı çamur oldu yalnızca. Dert değildi ki, ben zaten ıslanmıştım ama farkında değildim. Geri, eski yerime çıkmak zor geldi, yağmurdan yerler kayganlaşmıştı. Sahildeki kayalıklara çıktım. Düz bir yer bulup, çantamda kalan son birayı açtım. Köpürdü biraz. Aklıma gelmedi, yuvarlanmanın etkisiyle çalkanabileceği. Birkaç yudum alıp, elimde şişeyle yürümeye başladım. İlerde başka bir kayanın üstünde bir kadın oturuyordu, yalnız başına. Yolumu değiştirmek için artık çok geçti. İyice yaklaşınca ağladığını duydum. Otursam yanına, konuşsam diye düşündüm. Yapamadım. Tam yanından geçerken, elimde henüz üçte ikisi duran birayı yanına bırakmak için yeltendim. Kadın birden bana baktı. Göz göze geldik. Sonra elime baktı. Birayı yere bırakıp, yavaş yavaş doğruldum. Ne o ne de ben bir kelime dahi etmedik. Sonra kaldığım yerden, kayalıklardan yürümeye devam ettim. Biraz uzaklaşınca, hafif başımı eğerek geriye doğru, kadına baktım. Bıraktığım bira elindeydi artık.

Yoluma devam edip, Moda sahilini bir baştan diğer başa yürüdüm. Gördüğüm her bankta oturup bir sigara yaktım, denize baktım. Deniz kapkara görünüyordu. Sonra Moda eski iskeleden yukarıya vurdum kendimi, sokaklara girdim. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Üşüyordum artık. Bir apartmanın girişinde durdum. Merdivenlerine oturup, arka arkaya birkaç sigara daha yaktım. Sonra başka bir sokakta başka bir binanın girişinde, paketimde kalan son sigaranın yarısını içip, geri kalan yarısını pakete geri koydum.


Gün aydınlanmaya başlıyordu yavaş yavaş. Kendimi bir kilisenin önünde bulduğumda, bir yerlerden yükselen ezan sesi dikkatimi çekti. Sabah olmuştu. Kalan yarım sigaramın eşliğinde, düşündüm; ne kadar güzel bir gün ve gece geçirdiğimi. İhtiyacım olan şey, tekdüze giden günler içinde bunun gibi gün ve gecelermiş. Mutsuzdum ama keyfim yerindeydi. Üstelik herkes için yeni bir gün başlıyordu. Ve henüz yaşanmamış olan günün, daha güzel olma ihtimali vardı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder